Sosyalist Ülkelerde Fikir ve Sanatın Kaderi

Bitirildi
Yazar: 
Ahmet Sabri Göktuna
metin
Türkçe
3 Ayrım
15,98 MB
Eser Türü: 
Kitap
Kitap Alt Türü: 
Araştırma/İnceleme
SOL YAYINLARI
Alındığı Kurum: 
GETEM
Konusu: 
Bu kitapta, Marksist sosyalizmin devlet ideolojisi haline geldiği ülkelerdeki ilim, fikir ve sanat hayatının manzarasına ait örnekler bulacaksınız. Buraya aldığımız örnekler, komünist memleketlerde şimdiye kadar görülmüş ve halen de görülen yüzlerce vakanın sadece küçük bir kısmını teşkil ediyor. Vakaların seçilmesinde bilhassa tipik olanlar, yani ait olduğu sahanın karakteristik örneğin 'teşkil edenlerin alınmasına dikkat edilmiştir. Okuyucunun da göreceği gibi, buradaki özel durumların hepsi de genel bir tavrı aksettirmektedir. Okuyucu buradaki vakaları ve tahlilleri gördükten sonra, Sovyetler Birliği'nin bugün ulaşmış bulunduğu ilmî ve teknolojik seviye ile bizim naklettiğimiz zihniyet arasında büyük bir tezat görecektir. Hakikaten, düşünen kafaları parti emrinde çalıştıran bir memleketin Ay'a insan gönderecek kadar ilerlemiş olması ilk bakışta garip görünebilir. Fakat bilhassa son yıllarda Sovyet ilim adamlarının neşrettikleri protesto mektupları bu işte şaşılacak bir taraf bulunmadığını bize anlatıyor. Devletin resmî ideolojisi ile, doğrudan doğruya çatışmayan, üstelik Sovyetlerin maddî propaganda gücünde gelişmeye yol açan ilmî faaliyetler orada teşvik görmekte, bu faaliyetleri yürütenler de oldukça imtiyazlı bir hayat yaşamaktadırlar. Maamafih, ilimle ideoloji arasındaki bu uzlaşmanın da belli bir hududu vardır; laboratuarından dışarıya nadiren çıkan ilim adamları bile bir gün sosyal mesuliyet hissi duyarlar ve etraflarını saran hürriyetsizliğe karşı tepki gösteriler. Nitekim Sovyetler Birliği'nde şimdi rastladığımız manzara budur. Daha önce genellikle edebiyatçı, sanatkâr ve filozofların yaptıkları protesto hareketlerine şimdi fizikçiler de katılmış bulunmaktadır. Marksist ülkelerde niçin hür düşünceye yer yok? Niçin komünist partisinin hoşuna gitmeyen yazarlar ve sanatkârlar ya Sibirya’ya gönderiliyor yahut batı ülkelerine kaçıyorlar? Niçin Rusya artık edebiyat ve sanat sahalarında bir çorak toprak haline geldi? Nükleer bomba yapmakta Amerika’yı bile geçen bir memlekette niçin felsefe, psikoloji, sosyoloji son derece iptidaî bir haldedir? Niçin iktidardaki tek partinin görüşüne aykırı bir tek fikir bile ileri sürülemiyor? İnsanları zincirlerinden kurtarmak iddiasında bulunan bir doktrin nasıl olup da onların kafalarına bile zincir takmaya çalışıyor? Objektif düşünce ile ideoloji arasındaki ihtilâflar sadece komünist ülkelerde rastlanan şeyler değildir. Tarihin daha önceki devirlerinde olduğu kadar Yirminci Yüzyılda da bu türlü bir çatışmanın örneklerini gör- müş bulunuyoruz. Fakat onların hiçbiri Marksist ideolojinin yarattığı çatışma kadar ıstıraplı ve uzun süreli olmamıştır. Akademik faaliyetlere ve sanat çalışmalarına müdahale eden nazi ve faşist rejimleri bile bu müdahaleyi daha çok pratik maksatlara dayandırmışlardı. Nazizm, medeniyetin gelişmesine ve ırkî verasete ait bazı iddiaları dışında, ilmin yerine geçmek veya ilmî hakikati temsil etmek gibi bir teze sahip değildi. Komünizm, bunlardan farklı olarak, ebedî hakikat ve saadete kapı açan anahtarın kendisinde bulunduğunu iddia etmekle kalmıyor, bu yolun ilmî prensipler ve metodlarla bulunacağını da söylüyor. Hakikatte bu iddia da pek orijinal sayılmaz; Avrupa’da aydınlanma devri öncesinde de dinî ideolojinin aynı zamanda ilmî hakikati temsil ettiğine inanılırdı. Fakat o günlerden bu yana geçen yüzyıllar içinde iki ayrı sistemin, ilim ve dinin, birbirinden ayrı ihtiyaçlara cevap verdiği, binaenaleyh aralarında bir rekabet bulunamayacağı fikrine varılmıştı. Elli yıl kadar var ki bu konudaki eski iddia Marksizmle birlikte tekrar dirildi: Vakıalar arasındaki objektif illiyet münasebetlerini araştıran bir düşünce disiplini (ilim) ile bir sübjektif kıymet sistemi (komünizm) tekrar birleştirildi. Katolik kilisesinin bile ilimle çatışmadığı bir çağda komünizmin ilmî düşünce için çok ciddî bir engel teşkil etmesinin sebebi işte budur. Komünizm, kendisinin hakikî (!) ilmi temsil ettiğini söylemektedir. Hakikati sadece kendisinin bildiğini sanan peşin hükümlü bir şahıs, aksi kanaatları katiyyen kabul etmez ve onlara sırtını çevirir. Onun bu devekuşu tavrı, elinde bir kuvvet bulunmadığı içindir. Siz böyle bir şahsın bir de baba otoritesine, hattâ devlet otoritesine sahip olduğunu düşünün. Komünizm birçok ülkelerde böyle bir peşin hüküm sistemini hâkim kılacak devlet otoritesini de elde etmiş bulunuyor. Önümüzdeki sahifelerde bu despot babanın çocuklarına çektirdiği ıstıraba ibret verici misaller bulacaksınız.
Talep Tarihi: 
Perşembe, 21 Kasım, 2019
Tarayan: 
GETEM
Sisteme Giriş Tarihi: 
Perşembe, 21 Kasım, 2019