Yazarın, bilge Marta'nın ve çevrelerindeki insanların ve hatta ölümü yaşamış kişilerin duyguları, düşünceleri, rüyaları, inançları, dramları, kendilerini kendi içlerinde arayışları..
Birbirinden kopuk ancak sonuçta birbirini tamamlayan olayların, okurun yüreğini titretecek ve uzun süre düşünmesini sağlayacak felsefe yüklü anlatımı...
Seçkin bir dil kullanımı, kalıcı bir edebiyat örneği..
Biraz mahmur, biraz da keyifsizce çıktım dışarı. Yalpalayarak yürüyorum. Kızıl ışıklar, ufku perdeleyen siyah bulutları delmek üzere. Evler derin uykuda.
Serin bir rüzgâr yokluyor sokakları. Sahipsiz kediler ve köpekler, çöp yığınlarını karıştırmaktan yorgun. Kâğıt toplayanlar da birer ikişer caddelere,
sokaklara dağılıyor.
Sabah yakın.
Güneş kirli sarı rengiyle çivit mavisi gökyüzünü dipten dipten kovarken serçeler çoktan uyanmış, heyecanla insanları sabahı karşılamaya çağırıyorlar. Bir
durgunluk var her tarafta. Adımlarım kararsız. Sabahın eşiğindeki şehrin bu en bakir vaktini içimde hissetmek için kendimi yoklayınca, düşüncelerim birbiriyle
ilgisiz şeylere kaydı. Dışımdaki sessizlik beni hesaba çekiyor. İçimdeki ve dışımdaki sessiz ses birbirine tutunuyor. Seslerde ezelden beri biriken sonsuzluğun
yankısı derinliğine çekiyor beni.
Boşluğu taşıyan adımlarım yönünü buldu. Apayrı bir kımıldanış var şimdi içimde.
Jack London, Güneş Çocuğu'nda, Güney denizlerinin yakıcı güneşi altında birbirlerine karşı kıran kırana bir yaşama mücadelesi veren insanları sürükleyici bir dille anlatıyor. Yamyamlar, kelle avcıları, korsanlar, inci simsarları, aç gözlü tüccarlar, serüven düşkünü beyaz adamlar, kumarcılar...
Jack London, Güneş Çocuğu'nda, Güney denizlerinin yakıcı güneşi altında birbirlerine karşı kıran kırana bir yaşama mücadelesi veren insanları sürükleyici bir dille anlatıyor. Yamyamlar, kelle avcıları, korsanlar, inci simsarları, aç gözlü tüccarlar, serüven düşkünü beyaz adamlar, kumarcılar...
Büyük Savaş sonrası Paris'deki bir grup Amerikalı'nın boğa güreşlerinin beşiği İspanya'ya kadar uzanan serüvenlerinin öyküsüdür Güneş de Doğar. '1925'lerin bohem hayatı' gibi modası çok kolay geçebilecek bir türde, Hemingway, sapasağlam ayakta duran, tazeliğini ve yoğunluğunu koruyabilen bir roman yaratmıştır...
Aşklarındaki, yaşamlarındaki düş kırıklıklarını eğlenerek, bohem hayatı yaşayarak ve başka mutluluklar arayarak unutmaya çalışan insanları anlatan Hemingway, yaşamı, ister av, ister savaş alanında, isterse arenada, düş kırıklıklarıyla dolu bir savaş gibi algılar. Yaşadıklarına gözlemlerini de katınca her biri ötekinden güzel, inandırıcı ve dünyanın dört bir yanındaki okuyucuya seslenen dev yapıtlar ortaya çıkar.
(Tanıtım Bülteninden)